2 Aralık 2013 Pazartesi

16 Ülkenin Ağızları Sulandıran Kahvaltı Tabağı Çeşitleri

Türkiye

Amerika

Almanya

İngiltere 
Portekiz

Fas

Küba

Avustralya

Taylant

Meksika

Fransa

Brezilya

Bolivya

Mısır

Çin

Pakistan

22 Kasım 2013 Cuma

Ülkeler ne yer, ne içer ?

Ülkelerin beslendikleri gıdaların neler olduğunu gösteren güzel bir çalışma, ilk sıraya ülkemizi aldım. Tamamı olmasa da biz buyuz:) 
Meksika


İngiltere

Amerika

Avustralya

Kanada

İtalya

Kalifornaya


Fransa

Japonya

Teksas

Çin

Moğolistan

Kuveyt

Polonya

lüksemburg


Hindistan

Mali


Çad

Ekvator

                                    Guatemala


21 Kasım 2013 Perşembe

Darülacaze

Geçenlerde İkinci Abdülhamid hanın yaptırmış olduğu Darülacazeyi gezme imkanım oldu. Oradaki insanları görüp, onlarla hasbihal ettikten sonra dışarı çıktığım da hamd ettim. Kendi dertlerim hafif geldi. Orayı ziyaret etmek bir bakıma düşünmek için bir fırsat demek. Alex de Souza'nın Fenerbahçe'de oynadığı yıllarda bir sözü var:" Herkes İstanbul trafiğinden nefret eder fakat ben çok seviyorum. Bu trafikte düşünmek için kendime fırsat buluyorum." İstanbul'da bu büyük metropolde yaşayan insanlar olarak günlük telaşenin içerisinde kaybolup gidiyor fakat bunun farkında olamıyoruz çoğu zaman. Darülacaze'de yaşadığım farkındalığı oradan çıktıktan sonra anladım.
Giriş kapısı

Kiminin ailesi yok o yüzden Darülacazede.  "keşke olmasaydı, evlat diye yıllarca büyüttük, bunu reva gördüler" diye hayıflanan çoluk çocuk sahibi insanlarsa, çoğunlukta. İçeri girildiğinde "evimize hoşgeldiniz" yazısı karşılıyor insanı. İkinci Abdülhamid Han, buranın yapımı planlanırken 5 blog gayri müslümlere, 4 blogta müslümanlara ayırmış. Müslümanlar zaten anne babalarına bakar ama biz yine de evsiz ve sahipsizler için yapalım der. Toplam dokuz blog var. Sağ tarafta kalan kısımda 4 adet, solda 5 adet. Müslümanlar için yapılmış tarafta bir cami var. Gayri müslimler için yapılan tarafta ise bir kilise ve sinagog.

 Banklarda uyuyan, masalarda muhabbet eden amcalar, teyzeler cansız bir manken sanki. Yanına yaklaşıp selam verdiğinizde canlanıyorlar birden. Muhabbet edilen masaların birine yanaşıyorum. Kendi aralarında konuşmaya devam ediyorlar. Sen kimsin, nereden geldin diye soran yok. Muhabbet son hızıyla devam ediyor. Mevzu ise salam, sucuk. İsmini muhabbetin ortalarına doğru öğrendiğim Necati amca diyor ki ben hayatımda salam yemedim. Anne- babam bana böyle öğretti. Mevzu soluklanıyor, benim masaya oturmamı yadırgamıyorlar ben de fazla deşelemiyorum. Bu arada selamün aleyküm diyorum selamımı alıyorlar. Tabi kendimi tanıtmamı bekliyorlar. Kimi ziyarete geldin diye soruyor önce Ahmet amca. Diyorum burada kimsem yok hepinizi ziyaret etmek için geldim. Tebessüm ediyorlar. Küçüklüğümde kazandığım davranışları kolay kolay değiştiremiyorum. Bu merak duygusu da küçüklükten kalma. Anneanneme gittiğim 15 tatildeki o soğuk kış gecelerinde sobanın arkasındaki kırlente yaslanıp insanların yaptıkları muhabbetleri cankulağıyla dinlemek daha sonra hayaller kurmak bana küçüklüğümden kalan asude bir hatıra. Bu hatıra zamanla hayat tarzı halini aldı ve soru sormak vazgeçilmezim oldu.
Büyük insanların tecrübelerini özellikle de hayat hikayelerini, yaşadıklarını dinlemek benim vazgeçilmezlerimden. Diyet yapmaya başlamadan önce bunu söyleyemezdim fakat şuan rahatlıkla söyleyebilirim:" Muzlu pastadan bile çok seviyorum muhabbet etmeyi". Muhabbet etmek bu hayatta yaptığım en iyi şey. Masada üç amca var eminim ki ücününde bambaşka hayatları var. Direk olarak buraya nasıl geldiniz diye soramam abes olur, düşünüyorum nasıl girsem. Salam muhabbetini yapan amcayı gözüme kestiriyorum. Hazırlanın muhabbeti geri sardık demiyorum ama şuan için muhabbete girebileceğim tek delik, tek gedik orası. Diyorum neden salam yeme dediler. Bizim zamanımızda salam yoktu.diye başlıyor sözüne. En afillisinden sucuk yapardık annem süper yapardı. İçinde ne olduğunu bilmediğim şeyi yemem diyor. Hemen bir mazi koridoru açılıyor önümüze. Mevzu için her şey hazır artık. Amca son cümlesiyle mevzuyu biraz dağıtıyor çünkü annem nefis sucuk yapardı deyince diğerleri de annelerini anlatmaya başlıyor. Moderatör olarak olaya müdahale ediyorum. Tabi içimden ben anne yemeklerini merak etmiyorum diyorum. Amca diyorum sucuk yapacak kadar et olduğuna göre durumunuz iyiymiş, baban ne iş yapıyordu. Başlıyor anlatmaya. Artık muhabbette tüm ipleri elime almış olmanın gururu falan yok üzerimde sadece rahatım artık hayat hikayelerini dinleyebileceğim. Güneşli bir kasım sabahı. Güneş hafif hafif içimize işliyor. Amcanın çocukğunu geçip hayata atıldığı sahneye giriyoruz. Bu arada salamları teker teker götüren sivaslı amca bir anda kalkıyor.Muhabbet sıktı diyecem ama daha başlamadık.
Necati Amca


 Dur, kalkma falan demiyorum. İki kişi olarakta devam edebiliriz muhabbete. Sonradan öğreniyoruz, doktor randevusu varmış. Necati amca devam ediyor. Otobüste muavin olarak başladım. Gece gündüz demedim çalıştım. Uzun yollar yaptık ama hiç yılmadım. Bu yollarda şöforun uykusu gelirdi düz yolda bana verirdi böyle böyle öğrendim. Sonra şoför oldum tabi maaş falan arttı. Anne babamın yanında devam ediyorum her şey mükemmel. Dediler necati seni everelim olur dedim. Biriyle görüştürdüler, beğendik birbirimizi evlendik. 2 çocuğum oldu diyor. Ve o anda gözleri doluyor. Ayrıldık bir müddet sonra. Benim uzun yola gitmemi ayrılık için sebep gösterdi. Ayrıldık. Kızım ve çocuğum onun yanında kaldı. Haliyle bakamazdım. Ben onlar iiçn çabalayıp, gece gündüz uykusuz çalışırken bu çalışmam sorun olmuştu. Şöforlüğe devam ettim 5-6 yıl daha. Bu meslek hastalığımı bilmiyorum ayağıma felç indi sağ ayağıma. Sonra çalışamaz oldum. Bakanım edenim yok. Buraya aldılar beni sağolsunlar. Burası da olması ne yapardım diyor. Tabi çocukları annesinin tarafında kalmış. Kız evlenmiş Amerikada, çocuğun nerde olduğundan haberi bile yok. Biz necati amca tarafından dinliyoruz olayları, onlar babalarının bakıma muhtaç olduklarını biliyorlar mı ondan bile haberimiz yok. Necati Amcanın gözleri doluyor. Bana tutunup doğruluyor. Beraber yürüyoruz. Eden bulur diyor. Sanma bütün zamanımız yeme- içme- yatma üzerine kurulu diyor. Beni rehabilete merkezine getiriyor. Gazete yırtma vakti geldiği için seni de buraya getirdim diyor. Ortam mükemmel herkes kazanın etrafına geçip gazeteleri yırtmaya başlıyor. Daha sonra bu gazeteler hamurhaneye işlenmeye gidiyor. Onlarsa hem iş yapıyor hem de muhabbet.
Muhabbet ettikleri, kağıt kazanı


El işleriyle vakit geçiren teyzeler


Velhasılı kelam çok uzattım ama şunun farkındayım. Gidin görün bir bakın. Sonra şükredecek, hayata şevkle, dört kolla sarılacaksınız.

15 Kasım 2013 Cuma

Eşekten şekeri esirgemeyiz fakat...


Eşekten şekeri esirgemeyiz fakat... 

Arnavut kaldırımları oldum olası bana köyü, doğallığı hatırlatmış; farklı duygular yaşatmıştır. Neden Arnavut kaldırımı denildiğini de az önce yazıyı hazırlarken öğrendim. Kimine göre faytonun tarihe karışmasıyla beraber yetim kalan romantik bir sokak, kimine göre de bir şarkının sevilen bir nakaratı. " Dün seni gördüm rüyamda, arnavut kaldırımlı taş sokakta." Fakat asıl tercih edilmesinin sebebi yağmur sularının geçişine müsait bir yapıda olması bu sebeple yağış alan bölgelerde yaygın olarak karşımıza çıkıyor. Neden böyle bir başlık açtığıma gelirsek...

Edirnenin Havza ilçesinde bir arkadaşın nişan merasiminden dönüyoruz. Arabayı kullanan amatör şarkıcı, yanımda oturan Çerkezköyspor'da oynayan amatör bir futbolcu ve amatör yazılarla eğlenmeye çalışan ben. Çok amatör bir yolculuk yapıyoruz. Muhabbet bir ara facebooktan açıldı. Herkes sinir olduğu bir durumu anlatıyor. Yapılan paylaşımların insanın karakterini ortaya koymada etkisi falan konuşuluyor. Ben de o esnada aracı kullanan Ehleman abiye: " Geçenlerde Arnavut kaldırımlarından muzdarip olduğunu, bisikletinin tekerleklerinin kaldırımın ahenksizliği sebebiyle aşındığından yakınmışsın" dedim. Aynadan mütebessim bir çehreyle bana baktı.
 " O yazının altındaki yorumları görmedin mi?" dedi. 
Geçmiş gitmiş gün tabi.
" Ben sadece yazdığını gördüm ardından yapılan yorumlara dikkat etmedim" dedim. Tabi merakla bekliyoruz acaba ne oldu da gülümsüyor, Ehleman abi. Dudaklarına kondurduğu gülümsemedeki o mizahi kıvrım, rahatlıkla hissedilebiliyordu. 
"Belediye meclis encümenlerinden bir hanımefendi, bu yoruma içerlemiş olacak ki benim yazının altına yorumunu kondurmuş. İlk görünce çok güldüm. Bir taraftan benim tepkime karşılık verişinin şaşkınlığı, diğer taraftan yediğim laf." 
Ehleman abi yorumu söyledi tabi biz yıkıldık. O zamana kadar denk gelmediğim bir özdeyişti. Tam yerine rast gelmiş, ablamızda konduruvermiş yorumu. Yorum şu şekilde:" Biz eşekten şekeri esirgemeyiz fakat o tabiatı gereği otu sever." 
Dea rsdgşşl
Ziya Paşa'nın beyitlerini her daim takdir ettim. Yine bir Ziya Paşa esintisi: 




Bil illeti, kıl sonra müdâvâta tasaddî, 
Her merhem her yâreye derman mı sanırsın.

En ummadığın keşfeder esrar-ı derunun, 
Sen herkesi kör, alemi sersem mi sanırsın. 
Ziya paşa diyor ki:" Hastalığının ne olduğunu bir öğren, acele etme. Öğren ki ona göre tedaviye başla. Sen zanneder misin ki her merhem her yaraya dermandır. Gelir en ummadığın kişi senin içinin sırlarını keşfeder. Herkesi kör, alemi sersem mi sanırsın?"